1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle, HEVİ LGBTİ+ Derneği olarak inisiyatiften derneğe uzanan 12 yıllık yolculuğumuzda, “Kapsayıcı Barış, Eşit Yurttaşlık ve Demokratikleşme” çağrımızı kamuoyuyla paylaşıyoruz.

Toplumsal barışın yeniden tartışılmaya başlandığı bu dönemde hazırlanan çağrımız, LGBTİ+ hareketinin barış inşasındaki vazgeçilmez rolünü tüm boyutlarıyla ortaya koymayı amaçlamaktadır. EMEP’in(Emeğin Partisi) Türkiye’de barış süreci için oluşturulan komisyona önerdiği kurumlar arasında derneğimizin de yer alması, Kürt, azınlık ve mülteci LGBTİ+’ların kapsayıcı barışın inşasına sunabileceği katkılar açısından önemli bir fırsat olarak değerlendirmekteyiz. Bu nedenle tekrardan EMEP’e teşekkür ederiz.

Komisyona çağrılma durumumuz belirsizliğini korumaktadır. Bu yüzden komisyonda yapacağımız konuşmayı bu çağrımızla bütünleştirdik. Biliyoruz ki kapsayıcı bir toplumsal barış, herhangi bir komisyonun inisiyatifine bırakılamaz; toplumun tüm kesimlerinin koşulsuz katılımıyla gelişebilecek bir süreçtir. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, barış için sorumluluk almaya sürecin en başından itibaren hazır olduğumuzu defalarca deklare ettik.

Bu sorumluluğun bir parçası olarak, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde (aynı zamanda kuruluşumuzun 12. yıl dönümünde), komisyona davet edilmemiz durumunda yapacağımız konuşmayı kamuoyuyla paylaşıyoruz. Bu vesileyle LGBTİ+ toplumu başta olmak üzere, kapsayıcı barış özlemiyle mücadele eden tüm insan hakları savunucularını ve kamuoyunu süreci sahiplenmeye; barış için söz üretmeye ve harekete geçmeye çağırıyoruz.

Bizlere dayatılan onursuz yaşamın, LGBTİ+ karşıtı politikaların ve mitlerle beslenen karşıtlık söylemlerinin farkındayız; barış sürecine dair temkinli yaklaşımı bizler de paylaşıyoruz. Ancak biliyoruz ki dünyadaki barış süreçlerinin tarafları yalnızca silahlı gruplar değildir; barışı talep eden ve toplumu oluşturan tüm kesimlerdir.

Bugün tüm tarafların, sürecin anlamsızlaştırılmasına karşı önleyici ve koruyucu politikalar geliştirmeye zorlanması, demokratik kitle hareketlerinin kapsayıcı barışın inşasındaki öncü sorumluluğudur. Bizler, bu coğrafyada bir daha ayrımcılık ve nefret politikalarının yeşermesini kabul etmiyoruz. Tüm siyasi tarafları nefret odaklı politikalardan kaçınmaya, düşmanlaştırıcı ve hamasi siyasetten uzaklaşarak sorumlu davranmaya çağırıyoruz.

Bu coğrafyayı paylaşan tüm farklı toplulukları, insan hakları değerlerine bağlı, evrensel hakları merkezine alan yeni bir kapsayıcı barış anlayışını birlikte inşa etmeye ve bu sürece katkı sunmaya davet ediyoruz. Bu çağrı, yalnızca LGBTİ+ toplumuna değil; barışı konuşma, savunma ve inşa etme iradesi taşıyan tüm kamuoyunadır.

Bizler LGBTİ+ toplumu olarak, kendi topluluklarımız içerisinde kapsayıcı barışı tartışmaya; demokratik toplumun inşasında eşit yurttaşlık, kapsayıcı adalet ve ortak yaşam kültürünü geliştirmeye yönelik çalışmalarımızı sürdürmeye kararlıyız. Bu iradenin somut bir ifadesi olarak, HEVİ LGBTİ+ Derneği olarak tüm demokratik kitle hareketlerine çağrımızdır süreci hep beraber inşa edelim: 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle 1 Eylül 2025 – 1 Eylül 2026 dönemini “Kapsayıcı Barış ve Onur Yılı” olarak ilan edelim.



1 Eylül Dünya Barış Günü’nün Mücadelemizdeki Hafızası ve İnisiyatiften Derneğe 12 yıl

Hêvî LGBTİ+ İnisiyatifi, 2013 yılında Gezi Parkı Direnişi sırasında “LGBT Blok” çatısı altında bir araya gelen Kürt ve azınlık LGBTİ+’ların sorunlarını görünür kılmak, kesişimsel ayrımcılığa maruz kalan LGBTİ+’ların öz örgütlenme sürecini inşa etmek ve barış talebini İstanbul’dan yükseltmek amacıyla kurulmuştur.

Kuruluş tartışmaları aylarca sürmüş, nihayetinde “1 Eylül Dünya Barış Günü”nde kamuoyuna ilan edilerek ilk eylemini İstanbul’da düzenlemiştir. Kürt, azınlık ve mülteci LGBTİ+’lar olarak, hem kendi topluluklarımız içerisinde hem de geldiğimiz coğrafyalarda yaşadığımız sorunlara karşı politika üretebilmek için var gücümüzle mücadele etmekteyiz.

Bizler için barış; sınıfsal ayrımcılığın, nefret kültürünün, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, LGBTİ+ düşmanlığının, türcülüğün, sömürünün ve heteroseksizmin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaktır. Hêvî LGBTİ+ İnisiyatifi, bu ilkeler doğrultusunda doğmuş ve varlığını bu mücadele hattında sürdürmektedir.

2013-2015 yılları arasında Türkiye’de çözüm süreciyle birlikte barış umutlarının güçlendiği dönemde inisiyatifimiz, LGBTİ+’ların barış politikalarına dâhil edilmesi amacıyla çeşitli çalışmalarda yer almış ve etkinlikler düzenlemiştir. Ancak 2015 sonrasında çatışma ortamının yeniden tırmanması ve beraberinde artan otoriterleşme, LGBTİ+ topluluklarına yönelik baskıları yoğunlaştırmıştır. Bu koşullar altında dernekleşme kararı alınmıştır.

Dernekleşme sürecinde, kuruluşumuzun “Hêvî LGBTİ+ Derneği” adı resmi makamlarca kabul edilmemiş, isim değişikliği yapılmaması halinde dava açılacağı yönünde uyarılarla karşılaşılmıştır. Buna rağmen “HEVİ” ismini kısaltma olarak kullanmaya devam etme kararlılığı gösterilmiş ve geri adım atılmamıştır. Bu deneyim, barış süreçlerinin yasal güvencelerle desteklenmediğinde ne denli kırılgan olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim önceki barış sürecinde dahi, yalnızca Kürtçe bir dernek isminin kullanılması dava açılabilmenin gerekçesi haline getirilmiştir.

Hêvî LGBTİ+ Derneği, bu deneyimden hareketle, barış süreçlerinin kalıcı ve kapsayıcı olabilmesi için yasal güvencelerin bir an önce tesis edilmesi gerektiğini kuruluş aşamasında dahi açık biçimde gözlemlemiştir.

Onur Yürüyüşlerinin yasaklanması, nefret kampanyalarının kurumsallaşması ve sivil toplum örgütlerine yönelik baskı politikaları, barış mücadelesinin aynı zamanda bir varoluş mücadelesi olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. HEVİ LGBTİ+ Derneği, bu zorlu süreçlerde hayatta kalma ve dayanışmayı temel öncelik olarak benimsemiş; LGBTİ+’ların temel haklarını savunmayı ve görünürlüklerini korumayı kesintisiz biçimde sürdürmüştür.

HEVİ LGBTİ+ Derneği’nin çizgisi, kurulduğu günden bu yana barış, demokrasi ve eşit yurttaşlık ideallerine bağlı kalmıştır. İnisiyatif manifestomuzda dile getirdiğimiz üzere, otoritenin baskı ve zulmüne karşı anti-militarist bir duruş benimsedik; barışın kalıcı olabilmesi için LGBTİ+’ların barış politikalarına katkısının bir sorumluluk olduğunu vurguladık. On iki yıllık mücadele yolculuğumuz, bizlere şunu öğretti: Toplumsal barış için verilen mücadele ile LGBTİ+’ların varoluş mücadelesi ayrılmaz bir bütündür. Bu bilinçle HEVİ LGBTİ+, bugün geldiği noktada yalnız kendi topluluğunun değil, tüm ezilen ve dışlanan kesimlerin barış ve adalet arayışının doğal bir bileşeni haline gelmiştir.



Tanınma, Saygı ve Adalet: Toplumsal Barışın İnşasında LGBTİ+ Hareketinin Vazgeçilmezliği

Toplumsal barışın inşası, yalnızca silahların susması değil; tüm kimlik ve toplumsal kesimlerin eşit, onurlu ve adil bir düzende bir arada yaşayabilmesidir. Bu bağlamda LGBTİ+ hareketi, barış mücadelesinin vazgeçilmez öznesi olarak ortaya çıkmaktadır. Tarihsel olarak farklı coğrafyalarda barış ve özgürlük mücadeleleri çoğunlukla birbirine paralel ilerlemiştir. Türkiye’de de demokratikleşme ve insan hakları mücadelesi içinde LGBTİ+’ların görünürlük kazanması, toplumsal barış hedefiyle doğrudan kesişmektedir. Çünkü otoriterlik, militarizm ve ayrımcılık hangi gruba yönelirse yönelsin, toplumdaki genel barış iklimini zedelemektedir.

Bugün geldiğimiz noktada, nefret kültürünü besleyen politikaların tüm dünyada aynı dayanaklara yaslandığı açıktır. LGBTİ+’lara karşı yürütülen nefret, yalnızca bu topluluğu hedef almakla kalmaz; bütün ayrımcılık biçimlerini yatay keserek toplumun tamamını etkiler. Dolayısıyla toplumsal barış, nefret kültürüne karşı mücadele edilmeden inşa edilemez. LGBTİ+’lara yönelik nefret ve şiddet, özünde toplumsal huzura yönelmiş bir tehdittir. Bu tehdit ortadan kaldırılmadan kalıcı barıştan söz edilemez. Çünkü nefret kültürü hangi coğrafyada güçlenirse güçlensin, zaman içerisinde çok yönlü biçimde yayılır; önüne geçilmediğinde kötülüklerin sıradanlaşmasına ve ortak yaşam kültürünün tahrip olmasına neden olur. Bugün transların hakları gasp edilirse, yarın herkesin temel haklarının gasp edilebilmesinin önü açılmış olur.

LGBTİ+ toplumu, toplumsal barışın inşasında köprü işlevi görmektedir. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği çeşitliliği, toplumun her kesiminde mevcuttur: Türk, Kürt, Ermeni; Sünni, Alevi; genç, yaşlı ya da engelli fark etmeksizin her toplulukta LGBTİ+’lar bulunmaktadır. Bu gerçeklik, LGBTİ+ mücadelesinin toplumu yatay kesen bir niteliğe sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Heteroseksizm, cinsiyetçilik ve ırkçılığa karşı verilen mücadele, aynı zamanda farklı toplumsal grupları ortak bir demokrasi zemininde buluşturmaktadır. LGBTİ+’ların eşit yurttaşlık talebi, toplumdaki tüm ötekileştirilen grupların talepleriyle kesişmektedir: Tanınma, saygı ve adalet. Bu bakımdan LGBTİ+ hareketi, kesişimsel bir dayanışma ekseni oluşturarak toplumsal kutuplaşmayı azaltmakta, farklı kimlikler arasında empatiyi güçlendirmektedir. Toplumda önyargı ve ayrımcılığın yerini karşılıklı anlayışın alması, şiddet kültüründen barış kültürüne geçişi hızlandıracaktır.

Bugün geldiğimiz noktada, homofobi ve transfobinin yalnızca “bilinmemenin getirdiği korku”ya dayalı olmadığı, aksine bilinçli bir korku ikliminin nefret odakları tarafından sistematik biçimde inşa edildiği görülmektedir. LGBTİ+ karşıtlığında buluşan gruplar, toplumsal bir gerçekliği çarpıtarak, hakikatte karşılığı olmayan bir düzlemde LGBTİ+’ları kriminalize etmeye çalışmaktadır. Bu politikalara artık son verilmelidir. LGBTİ+’lar, saldırı politikaları nedeniyle bugün kamusal alanda yeterince görünür olmasalar da, toplumsal barışın inşasında en güçlü ve en kapsayıcı gruplardan birini oluşturmaktadır.

Hiçbir toplumsal tabanı bulunmayan, milyonlarca liralık yatırımlara rağmen 2010’lu yıllardaki Onur Yürüyüşlerinin yarattığı kitleselliğin yanına dahi yaklaşamayan cılız kitleleri bir araya getirmeye çalışan, nefretten beslenen oluşumların karşısında; LGBTİ+’ların aidiyet duygularını güçlendiren, bölgemizin en güçlü ortak yaşam kültürüne dayalı bir toplumsal barış hattı inşa etmek mümkündür. Araştırmalar göstermektedir ki LGBTİ+ karşıtlığı, toplumsal düzeyde kalıcı bir değer taşımamakta; aksine, toplumsal kabul tarihte hiç olmadığı kadar yüksek oranlara ulaşmaktadır. Nefret merkezli politikalar toplumların ortak yaşam kültürünü olumsuz etkileyip refahını azaltırken,yeni demokratikleşme sürecinin  insan haklarını merkeze alan demokratik bir cumhuriyetin inşası ile ilerlemesi tüm kesimlerin refahını artıracaktır.

Dünya deneyimleri de göstermektedir ki LGBTİ+ hareketlerinin barışa katkısı belirleyicidir. Militarizmin ve şiddet kültünün yüceltilmesi, hem savaşların sürmesine hem de gündelik yaşamda eril tahakkümün derinleşmesine zemin hazırlamaktadır. Buna karşılık LGBTİ+ varoluşu, hegemonik erkeklik ideallerine meydan okuyarak çoğulcu ve barışçıl bir toplumsal düzenin mümkün olduğunu hatırlatmaktadır. Kuir kültürün sanattan akademiye, edebiyattan medyaya kadar uzanan katkıları, toplumsal hayal gücünü özgürleştirmekte; çatışma yerine ortak yaşam kültürünü ve kapsayıcı barış fikrini beslemektedir. Benzer şekilde patriyarkal aile yapısına ve toplumsal cinsiyet rollerine yönelik eleştiriler, yalnızca LGBTİ+’ların özgürleşmesi için değil, toplumdaki tüm bireylerin kendi gerçekliklerine uygun olmayan baskılardan kurtulmaları ve varoluşlarını barış içinde gerçekleştirebilmeleri açısından da elzemdir.

Bu nedenle LGBTİ+ hareketi, kültürel dönüşümün ve zihinlerde barışın inşasının vazgeçilmez bir öznesi olarak kilit bir rol üstlenmektedir.

LGBTİ+ haklarının tanınması ve korunması, bir ülkedeki demokrasi standardının turnusol kâğıdıdır. Eşit yurttaşlık ilkesinin hayata geçirilmesi, her bireyin cinsel yönelimi veya cinsiyet kimliği ne olursa olsun hukuk önünde eşitliğinin ve temel haklarının güvence altına alınmasıyla mümkündür. Demokrasinin tesisi, toplumun hiçbir kesiminin ayrımcılığa uğramamasıyla sağlanabilir; aksi halde ikinci sınıf yurttaş muamelesi gören grupların var olduğu bir düzenin ne ölçüde barışçıl ve adil olduğu sorgulanacaktır.

Bu bağlamda LGBTİ+ hareketi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve çoğulculuk ilkelerinin kararlı bir savunucusu olarak barışın siyasal altyapısını güçlendirmektedir. LGBTİ+’ların eşitlik mücadelesi, “kimseyi dışarıda bırakmama” prensibine dayalı kapsayıcı bir demokratikleşme imkânı sunmaktadır. LGBTİ+ hareketi olmaksızın ne kapsayıcı bir toplumsal barış ne de gerçek bir demokratikleşme süreci inşa edilebilir. Zira barışın da demokrasinin de ölçütü, en kırılgan hale düşürülmüş ve en marjinalleştirilmiş grupların haklarının ne ölçüde güvence altına alındığıdır.

Kürt, Azınlık ve Mülteci LGBTİ+’ların Özgün Sorunları ve Barışa Katkıları

HEVİ LGBTİ+ Derneği, kuruluşundan bu yana özellikle Kürt, farklı etnik/dini azınlıklar ve mülteci LGBTİ+’ların özgün sorunlarını görünür kılmayı ve bu sorunlara eğilmeyi temel önceliklerinden biri olarak belirlemiştir.

Bugün kapsayıcı barış politikalarının bir yüzü tanınmadan, diğer yüzü ise yüzleşmeden geçmektedir. Barışın inşasında diyalog, her şeyden önce yerine getirilmesi gereken asli yükümlülüktür. Kesişimsel kimliklere sahip LGBTİ+’lar tek bir mesele üzerinden değil; birbiriyle iç içe geçmiş çoklu ayrımcılık biçimleri üzerinden var olmaktadır. Bu nedenle barış çağrımız da çok yönlüdür: Etnik kimlik, dini aidiyet, mültecilik deneyimi, sınıf, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi farklılıkların tümünü kapsayan bir adalet anlayışına dayanmaktadır.

Kesişimsel kimliklere sahip kişilerin yaşadığı çoklu ayrımcılık, Türkiye’de toplumsal barışın inşasını doğrudan etkilemektedir. Kürt LGBTİ+’lar, bir yandan cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılıkla mücadele ederken, diğer yandan Kürt kimlikleri nedeniyle çatışmaların ve bölgesel eşitsizliklerin yükünü taşımaktadır. Uzun yıllar süren çatışma ortamı, Kürt illerinde yaşayan LGBTİ+’ların görünmez kılınmasına ve aynı anda iki cephede birden mücadele etmelerine neden olmuştur.

Hem devletin sert güvenlik politikaları hem de kimi zaman kendi toplumları içerisindeki ataerkil ve heteronormatif baskılar, Kürt LGBTİ+’ların karşı karşıya kaldığı zorlukları katmerlendirmiştir. Bu nedenle Kürt sorununa barışçıl ve demokratik bir çözüm arayışı, LGBTİ+’ları da kapsamak zorundadır. Barış süreci tartışılırken Kürt LGBTİ+’ların taleplerinin görünür kılınması, yalnızca Kürt toplumu içerisinde yüzleşme ve dönüşümün önünü açmayacak; aynı zamanda sürecin kapsayıcılığını da güçlendirecektir.

Kürt özgürlük mücadelesinde kadın hareketinin oynadığı öncü rol gibi, LGBTİ+’ların eşitlik mücadelesi de barışın toplumsallaşmasında kritik bir işleve sahiptir.

Etnik ve dini azınlık mensubu LGBTİ+’lar da benzer şekilde çifte görünmezlik ve ayrımcılık yaşamaktadır. Türkiye’de azınlık toplulukları, tarihsel yükler ve toplumsal önyargılar nedeniyle kendilerini korumaya çalışan kapalı yapılara dönüşebilmiştir. Bu yapıların içinde LGBTİ+lar çoğu zaman aileleri, inanç toplulukları ve cemaatleri tarafından yok sayılmakta ya da dışlanmaktadır. Öte yandan, geniş toplumda ise hem azınlık hem de LGBTİ+ kimliği nedeniyle ayrımcılığa maruz kalma riski daha da artmaktadır.

Bu koşullar, azınlık LGBTİ+’ların hem kimliklerinden vazgeçmeye zorlandıkları hem de aidiyetsizleştirme süreçlerine maruz bırakıldıkları bir tablo yaratmaktadır. Oysa farklı kültürel ve inanç gruplarının barış içinde bir arada yaşamasının yolu, bu grupların içindeki tüm bireylerin hak ve özgürlüklerinin tanınmasından geçmektedir.

Azınlık LGBTİ+’ların görünürlük kazanması, yalnızca kendi yaşamları açısından değil; aynı zamanda toplumun geneline verilen güçlü bir mesaj açısından da önemlidir: “Hepimiz bu toplumun eşit parçasıyız.” Bu mesaj, farklı kimlik grupları arasında karşılıklı saygının gelişmesine katkı sunacak, azınlık hakları ile LGBTİ+ haklarının birlikte ilerlemesini sağlayacaktır.

Türkiye’de gerçek anlamda bir toplumsal barış, ancak tüm azınlık gruplarının kendilerini eşit ve güvende hissettiği, kimsenin kimliğinden ötürü dışlanmadığı bir ortamda mümkün olabilir.

Mülteci LGBTİ+’ların durumu, kapsayıcı toplumsal barış ve insan güvenliği kavramlarının küresel ölçekteki önemini açıkça ortaya koymaktadır. Orta Doğu’da ve dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan savaşlar, zulümler ve insani krizler nedeniyle yerinden edilen, zorunlu göçe maruz kalan ve Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan yüzlerce LGBTİ+ mülteci bulunmaktadır. Bu kişiler, kendi ülkelerinde hem savaşın hem de homofobi ve transfobinin hedefi olmuş; hayatta kalabilmek ve özgürce yaşayabilmek için yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır.

Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle pek çok mülteci için geçici veya kalıcı bir sığınak işlevi görmektedir. Ancak LGBTİ+ mülteciler, genel mülteci nüfusuna kıyasla çok daha kırılgan bir grubu oluşturmaktadır. Barınma, sağlık ve istihdama erişimde yaşadıkları yapısal zorlukların yanı sıra, kimi zaman yerel toplumlar ve diğer yerinden edilmiş topluluklar kaynaklı ayrımcılıkla da karşılaşmaktadırlar. HEVİ LGBTİ+ Derneği, kuruluşundan bu yana LGBTİ+ mültecilerin temel sosyal hakları, güvenliği ve iyi olma hallerine yönelik savunuculuk çalışmalarını kararlılıkla sürdürmektedir.

Mülteci LGBTİ+’ların hikâyeleri, savaşın ve şiddetin LGBTİ+ yaşamında yarattığı yıkımı en çıplak haliyle gözler önüne sermektedir. Aynı zamanda bu hikâyeler, kapsayıcı toplumsal barışın anlam ve değerine dair güçlü bir farkındalık oluşturmaktadır: Barış, yalnızca bir ülkenin iç çatışmasının sona ermesi değil; bölgesel ve küresel ölçekte insanların yerinden edilmediği, kimsenin zulme uğramadığı bir dünya idealidir.

Türkiye’nin Mülteci LGBTİ+lara eşit haklar temelinde yaklaşması, hem insani bir sorumluluk hem de barıştan yana bir iradenin ifadesidir. Toplumsal uyumun güçlenmesi için, mültecilerin —özellikle de LGBTİ+ mültecilerin— dışlanmaması, aksine topluma katılımlarının desteklenmesi kritik önemdedir. Bu yaklaşım, farklı kökenlerden insanların bir arada, barış içinde yaşayabildiği kapsayıcı bir geleceğin habercisidir.

Toplumsal barış, ancak en kırılganlaştırılmış ve dezavantaja düşürülmüş grupların ihtiyaçları gözetilerek, her kesimin sesine yer açılarak inşa edilebilir. Unutulmamalıdır ki bir toplumda en kenarda bırakılan, en sessiz kılınan gruplar dahi barış sürecine dahil olabiliyorsa, o barış gerçek anlamda köklü ve kalıcıdır. Dolayısıyla ister çatışma sonrası normalleşme, ister farklı inançların bir arada yaşadığı bir kentte uyum arayışı, isterse küresel göç krizine verilen yanıt söz konusu olsun; LGBTİ+ perspektifi barış süreçlerini güçlendirmekte, adalet duygusunu derinleştirmektedir.



Kapsayıcı Barış Süreçlerinde Küresel Deneyimler: Güney Afrika, Nepal ve Kolombiya Örnekleri

Dünyanın farklı coğrafyalardaki kapsayıcı barış süreçlerinde LGBTİ+ hareketlerinin oynadığı roller, bizlere ilham vermekte ve mücadelemize yön vermektedir. Bu bağlamda Güney Afrika, Nepal ve Kolombiya gibi örnekler, kapsayıcı barış ve demokratikleşme hedefi için LGBTİ+’ların katkısının somut olarak görüldüğü deneyimler sunmaktadır.

1990’larda apartheid rejiminin son bulması ve ülkenin demokratikleşme sürecine girmesiyle birlikte, Güney Afrika dünyada ilk kez anayasasında cinsel yönelim temelli ayrımcılığı yasaklayan ülke oldu. Apartheid sonrası inşa edilen yeni Güney Afrika, “herkes için eşit vatandaşlık” ilkesini bir temel değer olarak benimsedi. Bu sürecin bir parçası olarak Güney Afrikalı LGBT aktivistler, yıllarca ırkçı rejime karşı verilen mücadelenin içinde yer almış; özgürlük, adalet ve insan hakları talebinin ayrılmaz bir parçası olarak kendi haklarını gündeme getirmişlerdi. Özellikle Gey aktivist Simon Nkoli gibi isimler, hem anti-apartheid hem LGBTİ+ hareketinin içerisinde köprü kurarak, “özgürlük bölünemez” mesajını güçlü biçimde verdiler. Sonuçta ortaya çıkan barış ve uzlaşı ortamında, LGBTİ+ hakları ülkenin yeni toplumsal mutabakatının bir parçası haline geldi. Güney Afrika örneği, etnik çatışma ve ayrımcılıkla malul bir toplumun, yeni bir başlangıç yaparken kapsayıcılığı merkeze almasının önemini gösteriyor. Toplumsal barış ancak siyah-beyaz demeden, heteroseksüel-eşcinsel demeden, herkesin eşit sayıldığı bir düzende filizlenebilir. Bu bakış açısı, bizim coğrafyamızda da barış inşa edilirken yol gösterici olmalıdır.

Nepal, 1996-2006 yılları arasında yaşanan iç savaşın ardından kapsamlı bir barış ve anayasal dönüşüm sürecine girdi. Monarşinin kaldırılıp cumhuriyetin ilan edilmesiyle sonuçlanan bu süreçte, Nepal dünya çapında dikkat çeken ilerici adımlar attı. 2007 yılında Nepal Yüksek Mahkemesi, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılığın önlenmesi ve üçüncü cinsiyetin tanınması yönünde tarihi bir karar verdi. Bu kararların mimarlarından biri, aynı zamanda Nepal’in ilk açık eşcinsel milletvekili olarak Kurucu Meclis’te görev yapan Sunil Babu Pant idi. Pant ve onun temsil ettiği Blue Diamond Society gibi örgütler, barış sonrası Nepal’in yeni anayasasında LGBTİ+ haklarının yer alması için aktif bir mücadele yürüttüler. Nihayet 2015’te kabul edilen Nepal anayasası, cinsel yönelim temelli ayrımcılığı yasaklayan ve vatandaşların eşitliğini vurgulayan maddeler içerdi. Nepal örneği, bir barış sürecinin yalnız silahlı aktörler arasındaki bir anlaşmayla sınırlı kalmayıp, toplumsal ilerlemeye de kapı araladığında başarılı olabileceğini kanıtlar niteliktedir. İç savaşın yaralarını sarmaya çalışan Nepal, LGBTİ+ topluluğunu da yeni ulusal kimliğin ve toplumsal uzlaşının bir parçası haline getirmiştir. Bu, Türkiye gibi çatışma çözümü arayışındaki toplumlar için değerli bir ders sunmaktadır: Barış süreci, toplumun tüm kesimlerini dahil ettikçe gerçek bir dönüşüm fırsatına dönüşür.

On yıllarca süren iç savaşın ardından 2016 yılında Kolombiya hükümeti ile FARC gerillaları arasında imzalanan barış anlaşması, toplumsal cinsiyet perspektifinin bilinçli biçimde entegre edildiği ilk barış anlaşmalarından biri olarak tarihe geçti. Bu anlaşmaya giden yolda Kolombiyalı kadın ve LGBTİ+ örgütleri olağanüstü bir çaba sergileyerek, müzakere masasında seslerini duyurmayı başardılar. Havana’daki barış görüşmelerinde kurulan “Toplumsal Cinsiyet Alt Komisyonu”, kadınların ve LGBTİ+’ların barışa dair taleplerini doğrudan sürece iletti. Sonuç olarak imzalanan anlaşma, çatışmadan etkilenen grupların (kadınlar, yerli halklar, Afro-Kolombiyalılar, LGBTİ+’lar vb.) ihtiyaçlarına özel önem atfeden ve toplumsal cinsiyet eşitliğini ana eksenlerinden biri yapan hükümler içerdi. Bu durum, Kolombiya barışını dünya ölçeğinde benzersiz kıldı. Elbette anlaşmanın uygulanması sürecinde bazı zorluklar ve geriye düşüşler yaşandı; özellikle anlaşmadaki toplumsal cinsiyet vurgusu, referandum sürecinde muhafazakâr çevreler tarafından hedef haline getirildi. Ancak buna rağmen Kolombiya’daki barış süreci, “barış ve toplumsal cinsiyet” başlığında ezber bozan bir model olmuştur. Kolombiya örneği, barış inşasının teknik bir müzakere olmanın ötesinde toplumsal dönüşüm projesi olduğunu göstermektedir. Türkiye’de geçmişte yürütülen barış girişimleri ne yazık ki toplumsal sahiplenmeye yeterince açılamamış ve LGBTİ+ gibi kesimlerin sesi bu süreçlerde işitilmemiştir. Kolombiya’dan çıkarılacak ders, yeni bir barış sürecine girişilecekse bunun kapılarının sivil topluma, kadın ve LGBTİ+ örgütlerine sonuna kadar açılması gerektiğidir. 

Güney Afrika’da ırk temelli ayrımcılığın reddiyle, Nepal’de eski bir monarşinin küllerinden yükselen eşitlikçi bir yaklaşımla, Kolombiya’da onlarca yıllık çatışmanın ardından toplumsal cinsiyet adaletiyle taçlandırılan bir uzlaşıyla görüldüğü üzere, barışın gerçek güvencesi kapsayıcılığıdır. 

HEVİ LGBTİ+ olarak, bu küresel deneyimleri yakından takip ediyor; benzer bir kapsayıcı ve adalet temelli barışın Türkiye’de de tesis edilmesi için çağrıda bulunuyoruz. Dünya barışı, birbirinden öğrenen ve dayanışma içinde hareket eden halkların çabasıyla mümkün olabilir. 

Eşit Yurttaşlık ve Demokratikleşme Yolunda Kapsayıcı Barış Çağrısı

HEVİ LGBTİ+ Derneği olarak, 12 yıllık deneyimimiz ve ilkelerimiz ışığında, Türkiye’de barışın sağlanmasının ancak kapsayıcı, eşitlikçi ve demokratik bir dönüşümle mümkün olabileceğini vurguluyoruz. Kapsayıcı barış ve onur yılı çağrımızın vesilesiyle bir kez daha altını çiziyoruz ki toplumsal barış, devlet ile silahlı aktörler arasında yapılacak anlaşmalarla tek başına tesis edilemez; barış, toplumun her kesiminin sürece dahil olmasıyla, herkesin eşit yurttaş olarak kabul görmesiyle inşa edilir. LGBTİ+’ların barış mücadelesine katılımı lütuf değil, hakkımızdır ve barışın derinleşmesi için gerekliliktir.

Bu çerçevede, tüm ilgili taraflara ve yetkililere yönelik somut çağrılarımızı aşağıda sıralıyoruz:

  • LGBTİ+ haklarının hukuki güvence altına alınması: Barış ve demokratikleşme sürecinin bir parçası olarak, LGBTİ+’ların yaşam hakkı, onuru ve özgürlüğü yasal güvenceye kavuşturulmalıdır. Ayrımcılık ve nefret suçlarına karşı kapsamlı ve bağlayıcı yasalar yürürlüğe konmalı; eğitim, sağlık, istihdam, barınma gibi temel hizmetlere erişimde eşitlik sağlanmalıdır. Hiçbir birey cinsel yönelimi veya cinsiyet kimliği nedeniyle ikinci sınıf muamele görmemelidir.
  • Nefret kampanyalarına son verilmesi ve ayrımcı girişimlerin durdurulması: Son yıllarda LGBTİ+ toplumu aleyhinde yürütülen karalama kampanyaları, “aileyi koruma” adı altında hazırlanan ayrımcı yasa tasarıları ve idari yasaklar derhal terk edilmelidir. “Aile Yılı” gibi temalarla LGBTİ+’ları toplumsal yaşamdan dışlamaya yönelik söylemler, barış ve toplumsal birlik duygusuna zarar vermektedir. Barışçıl bir gelecek için, herkesin aile ve toplum hayatında yer bulabileceği çoğulcu politikalar geliştirilmelidir.
  • Hakikatle yüzleşme ve adalet: Geçmişte yaşanan toplumsal acılarla samimi bir yüzleşme olmadan demokratikleşme mümkün değildir. Bu bağlamda, Roboskî katliamından Suruç ve 10 Ekim Ankara Gar katliamlarından yıllardır çözüm bekleyen nefret cinayetlerine kadar uzanan bir dizi olay, toplumsal hafızamızda adalet bekleyen yaralardır. Barışın tesis edilebilmesi için bu ve benzeri hak ihlallerinin üstü örtülmemeli, sorumlular hesap vermelidir. Kurulacak olası bir toplumsal barış ve kardeşlik komisyonu, bu hakikatleri açığa çıkarmak ve mağdurların yaralarını sarmak üzere mekanizmalar içermelidir.
  • İfade ve örgütlenme özgürlüğü: Demokratik bir barış ortamı için, basın ve ifade özgürlüğü ile sivil toplumun faaliyet alanı garanti altına alınmalıdır. LGBTİ+ derneklerine ve medya platformlarına (örneğin erişim engeli getirilen KaosGL.org gibi sitelere) yönelik sansür ve baskılar son bulmalıdır. Barış, toplumun özgürce tartışabildiği, eleştirebildiği ve örgütlenebildiği bir kamusal iklim gerektirir. Bu nedenle, toplantı ve gösteri özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması, Onur Yürüyüşü gibi barışçıl etkinliklere uygulanan yasakların sona ermesi şarttır.
  • Barış sürecine kapsayıcı ve eşit katılım: Yeniden canlandırılması düşünülen herhangi bir barış sürecinde veya çözüm komisyonunda kadın, LGBTİ+, gençlik örgütleri ve diğer sivil toplum temsilcilerinin eşit temsil edilmesi sağlanmalıdır. Özellikle Kürt sorununa yönelik barış çabalarında, bugüne dek sesi duyulmamış kesimlerin – mesela Kürt LGBTİ+’ların – talepleri görünür kılınmalı ve bu kesimlerin temsilcileri sürece dahil edilmelidir. 

Bu ilkeler ve talepler doğrultusunda “kapsayıcı barış, eşit yurttaşlık ve demokratikleşme” hedefimize ulaşmak için hem ulusal hem uluslararası düzeyde sorumluluk üstlenmeye hazır olduğumuzu tekrar beyan ediyoruz. Toplumsal barışın tesis edilmesi, LGBTİ+ hareketi de dâhil olmak üzere tüm demokrasi güçlerinin ortak ve ısrarlı çabasını gerektiriyor. Bizler HEVİ LGBTİ+ Derneği olarak, barış mücadelesinin öznesi olmayı sürdürürken, sivil toplumdaki diğer paydaşlarla ve karar vericilerle yapıcı diyalog içinde olmaya önem vereceğiz.

12 yılımızda bir kez daha yineliyoruz: Barışın gerçekten “barış” sayılabilmesi için kapsayıcı olması, kimseyi ötekileştirmemesi gerekir. Eşit yurttaşlık ilkesinin tam manasıyla hayata geçtiği, herkesin kendini evinde hissedebildiği bir coğrafyada yaşamamız mümkün. Bunun yolu, gerçekçi bir demokratikleşme hamlesinden ve toplumsal uzlaşmadan geçiyor. Umudumuz odur ki gelecek 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü, eşit ve özgür yurttaşların barış içinde bir arada yaşadığı demokratik bir coğrafyada kutlayabilelim. Bunun için bugün mücadeleyi büyütme zamanıdır.

Kapsayıcı Barış bizimle, kimseyi geride bırakmadan gelecek!